αятιѕт Admin
Posts : 126 Başarı puanı : 354 Join date : 21/07/11 Age : 26 Location : Azerbaycan , Bilesuvar
| Konu: 13000 yıl sonra Paz Tem. 24, 2011 8:07 am | |
| Orhan Seyfi Şirin’den bir sinema öyküsü
13 000 YIL SONRA -I- XXI. yüzyılın ikinci yarısında, kendilerinin üstün ve güçlü olduğuna inanan küçük bir topluluk, altın başlıklı yöneticiler ve gümüş başlıklı yardımcı muhafızları, Dünya insanlarını tarihte emsali görülmemiş bir baskı ve zulümle yönetmeyi kendilerine hak görürler. Dünya insanları, bileklerine takılması zorunlu metal bileziklerle, bilgisayarlarla, kameralarla akla gelen her vesileyle gözetlenip denetlenmektedir. Kalemle yazmak da, denetim zorluğu nedeniyle, yasaktır. Yüksel, annesi Leyla ve babası Göksel’den kalemle yazmayı ve hesap yapmayı öğrenir. Tarihle ilgili sorular sorar. Enerji kesintilerini ganimet bilen Göksel, 16 mm.lik bir film makinesinin tıkırtısı eşliğinde yakın tarihi oğlu Yüksel’e anlatır. Üzerlerine ateş yağan şehirler akcamı (ekranı) kaplar. - Bize anlatıldığı gibi değil hiçbir şey. Bütün dünya insanları, hepimiz esiriz değil mi baba? - Evet! Çok kötü şeyler oldu. İnsanlığın erdemleri, umutları, inançları, devletleri yıkıldı. Bütün dünya ölüme, hastalıklara mahkum edildi. Bu günlük bu kadar yeter. Batarya bitmek üzere. İzin verirsen annene bir söz vermiştim... Leyla gizli bölmeden çıkardığı altın takılarını takar. Göksel makarayı değiştirir. Samanyolu şarkısının klibine ait 16 mm. lik filmi takar. Göksel ile Leyla dans ederler. - Bu şarkı da yasak mı baba? - Evet! Ama nedenini sorma! Biraz daha büyüyünce hepsini öğreteceğim sana! - Aşk şarkıları yasak, biliyorum baba! - Yunus Emre, Mevlana, Aşık Veysel, gibi gönül ustalarını bilmeden aşktan söz açmak olmaz. Hadi şimdi matematik çalışalım. Sen de güzel bir müzik aç Leyla! Leyla yeni bir makara takar. Gözleri bulutlanarak izler. Dede Efendi’nin Gülnihal adlı eseri duyulur. Salondaki büyük masaya otururlar.Yüksel, iletki ve pergelle bir daire çizmeye başlar.
-II- Leyla hanım, annesinden kalma altın nikah yüzüğünü saklamıştır. Muhafızlar dedektörlerle gelirler ve saklanan altın alyansı bulurlar. Altın saklamanın cezası çok ağırdır. Anne tutuklanır. Yüzük, dünyanın tüm altınlarının biriktirildiği Dünya Başkanlık Sarayı altındaki hazine dairesine götürülür. Yüksel dolma teker bisikletiyle ağlayarak panzerin peşinden gider. Panzer parktan geçer. Parkta birbirinden bezgin, genç, ihtiyar insan manzaraları fon oluşturur.Yüksel ağlayarak bisikletini sürer. Düşer. Babası eve getirir.
-III- Dünya başkanı, insanlara sesleniş konuşmasını hazine dairesinden yapar ve altınlara karşı büyük bir tutkusunu hissettirir. Hazinesini gezer. Yaveri, başkana kılavuzluk yapar: - Midas, Karun, İskender, Cengiz Han, Muhteşem Süleyman’ ın hazineleri, Mayalar’ın, Aztekler’in Naziler’in, İspanyollar’ın altınları, insanoğlunun biriktirdiği bütün altınlar burada. - İtiraf etmeliyim ki, ben de Midas gibi altını çok severim. -Sizden önceki başkanımız da çok severdi. Başkan altınlarla banyo yapar gibi hareketler yapar. Her zamanki dualarından birini mırıldanır: - Ey kutsal altın! Gerçekte yalnız sana güvenir ve sana ihtiram ederiz, senden güç alırız. Sen olmazsan bir hiç olduğumuzu bilir, senin her zerrene sahip olmayı onun için isteriz. Senin nazenin tenine sıradan insanların dokunmasına izin vermeyiz. Ey kutsal altın! Ey gökyüzündeki güneşin yeryüzündeki donmuş halesi. Sensin bizim yüzümüzü güldüren, geleceğimizi aydınlatan. Senin için savaştık, senin uğruna öldük. Kurbanlarımızın kanıyla boyadık senin kutsal ışığını! Bize dünyayı yönetme gücü ver. Bize isyankâr olanları kahret!
-IV- Görkemli bir uzay gemisi seyir halindedir. Omuzdan ve arkadan gördüğümüz, insan mı uzaylı mı olduklarını anlayamadığımız gemi personelinin aralarındaki konuşmalardan öğrendiğimize göre; uzay gemisinin motorları, altın izotoplarının enerjiye dönüşmesi ile çalışır. (Uzay gemisi bir ışıklı nokta, Uzaylıların göründüğü tek sahne mütevazı bir dekordur.) Yakıt elde edebilmek için organik robotlar geliştirilir bomboş gezegenlere salınır, ardından da kuşaklar boşu sürecek bir robot ordusu yakıt depolarını doldurur, sahiplerini beklemeye başlarlar. Sahipler gelir, depoları boşaltır, robotları gözden geçirir, geldikleri gibi giderlerdi. İlk başlarda organik, yani canlı robotları kimse umursamazken son zamanlarda bazı homurtular duyulur. Yakıt dairesi başkanlığı başka çareleri olmadığını açıklar. Gelişmemiş modeller daha önce denenmiş fakat ya robot nesli tamamen tükenmiş, ya da robotlar dejenere olmuşlar, ağır kozmik şartlara yenik düşmüşlerdir. Bütün bu tecrübelerin ışığında robotlar biraz daha geliştirilerek mevcut seviyelerine ulaşmıştır. Robotlar dejenere olmamaları için birbirine zıt programlanmakta, bu da; kendi aralarında gruplaşmalarına, yarışmalarına hatta savaşmalarına neden olmaktadır. Yakıt deposuna üçüncü ziyarettir. Sistem üçüncü hasata hazırlanmaktadır. Katı yakıt geminin deposuna istiflenmiş olacaktır. Yakıt dairesinden, hasattan sonra robotları iptal etmesi istenmektedir. Bu bilgiler verilirken belirsiz soluk bir gezegende insan mı robot mu olduğu pek belli olmayan, robot gibi hareket eden insanlar altın madenlerinde çalışırlar. Altın külçelerini taşırlar. Yakıt ikmali yapılacak gezegen akcamda belirir. Bu bakır renkli bulutlarla kaplanmış, ozon tabakası delinmiş atmosferle kaplı dünyadır. Karbondan mamül organik robotlar da insanlardır. Gökdelenler, şehirler, okyanusta gemiler görünür. Uzayın derinliklerinden gelen katı yakıt tankeri personeli, dünya yılıyla on üç bin yıldır gelmedikleri gezegendeki değişiklikleri incelerler. Robotlar görmeyeli gayret göstermişler ilkel bir hayat modeli oluşturmuşlardır. Basit araçlarla uçuyorlar, yüzüyorlardır. Gezegendeki yönetici sistemin nasıl işlediğini çözmek kısa sürer. Yirmi milyon kadar robot, diğer milyarlarcasını esir etmişler, baskıcı bir yönetim kurmuşlardır. İşin garibi, evrenin tek sahibi olduğuna inanmış yönetici sınıf, yönetilenleri de buna inandırmıştır. Yaptıkları ilkel uydular ile ortalığı çöplüğe çevirmişlerdir.
-V- Yüksel, acılar ve saçmalıklarla dolu bir dünyada yaşamanın üzüntüsünü balkondaki küçük teleskopunun başında gidermeye çalışmaktadır. Yüksel, gökte kayıp giden ışıklı cismin gittiği yöne bakar. Sırtında arı gibi kanatları bulunan Işık’la yüz yüze gelir. Işık, bir süre havada durur. Gülerek bakar. Sonra balkona konar. Yüksel uzun süre hayranlıkla bakakalır gülümser, mırıldanır: - Hayalimdeki uzaylı çocuklardan bile daha uzaylı bir çocuk. Üstelik de sen bir kız olmalısın? Erkek olsaydın çoktan arkadaş olmuş, oynamaya başlamıştık... Ancak bir kız bu kadar nazlı olabilir. - Evet, fakat naz yapmıyorum çekiniyorum sadece... Bu gezegende ilk defa biriyle iletişim kurdum. - "Zavallı! Konuşamıyor, söyleyeceklerini beynime iletiyor. Ne zor, ne zevksiz bir yol. - Konuşmayı deneyeceğim. Her şey aklıma gelirdi de, bana acıyacağın gelmezdi. - Niçin dünyadaki milyarlarca çocuk arasından beni seçtin? - Çok soru soruyorsun. Yürek atışların hızlandı, yüzün de pembeleşti. Korktun mu? - Bir kızdan mı? Asla! Yakalanırsan senin için iyi olmaz! Önce lâboratuarda incelerler. Sonra reklâm filmi, beş yüz bölüm tv dizisi, hiç bitmez yani. Görebileceğin en gürültücü, en kirli gezegene geldin. - Babamın beni uzak tutmasının sebebi buymuş. Nasıl kirlettiniz bu kadar? - Atalarımız düşünmemişler işte! Ağaçları kesmişler, suları kirletmişler... Uzun hikâye!... Bize de bu kirli dünyada yaşamak kalmış... Niçin geldiniz bu gezegene? - Bilmem, geldik işte! Herhalde yakıt alacağız! - Ne yakıtı? Eğer benzin alacaksanız son benzin birikimleri de çoktan tükendi. - Yok sıvı yakıt değil, katı yakıt alacağız. - Katı yakıt mı? Kömür almayacaksınız herhalde. Belki uranyum... - Bazen ceplerine doldururlar, bazen boyunlarına, kollarına süs için asarlar ya. Bizim sistemlerimiz bu maddenin izotoplarıyla çalışır. - Vay be! Tarihteki haksızlıkların nedeni hep altındır. Lidyalılardan beri, krallar altın biriktirir. Tam da tek bir yerde toplandı dünyanın tüm altınları. - Su gibi birikmeyi seven bir madde. Her on üç bin yılda bir gelir, birikenleri alırız . - Niçin on üç bin yıl gibi uzun bir süre bekliyorsunuz? - Size göre uzun. Hem belki maddenin yorulup, olgunlaşıp de bu kıvama gelmesine gerek vardır... - Üzerine damlayan kan ve terlerin de payı vardır… Nefret ediyorum altından. Işıkla Yüksel’in arkadaşlığı böyle başlar. Yüksel’in şüpheleri tamamen bitmemiştir. - Niçin dünyadaki onca çocuk arasında benimle arkadaş oldun? - Dünyayı tararken bilgisayarlar seninle tanışmamı önerdiler. Gökyüzüyle ilgilenmen de hoş! - Demek siz de insanları gizlice izliyorsunuz. Tıpkı yöneticilerimiz gibi. Annemi de gizlice izledikten sonra götürdüler. Yüksel ağlamaya başlar. Balkondan odasına girer. Kapıyı içerden kilitler. Hıçkırıklara gömülür. Gözlerini aynaya çevirir. Bir müddet bakar. Geriye sıçrar. Aynada Işık’ın görüntüsü vardır. Işık, yanı başında belirmiştir. Işık, Yüksel'in yanaklarından süzülen göz yaşlarına hayranlıkla bakar. - Biz ağlayamayız! Keşke ben de senin gibi ağlamayı bilseydim. O zaman yanaklarımızı birleştirir ve doyasıya ağlardık. Yüksel şaşkın Işık’a bakar. Gururlu. - Zavallı kız! Demek sen ağlayamıyorsun! Işık, boynunu büker. Yüksel coşkuludur. - Sonunda arkadaş olduk. Birbirinden şahane oyunlar aklıma geliyor. Hep hayalimdeki uzaylı arkadaşlarla oynardım. Artık gerçek bir uzaylı arkadaşım var. Dünyanın en şansı çocuğu benim.
-VI- Dev uzay aracı Dünya Başkanlık Sarayı’nın üzerinde havada asılı kalır. O bölgeye yer altı hazine dairesinin altın deposu üzerine” bir ağırlık bastığı, uzaylıların geldiği bilinçlere yerleştirilir. Yıllardan 2053, mevsimlerden sonbahardır. Haber sunucularının olay yerinden geçtikleri haber ve görüntülerin insanlar üzerinde uyandırdıkları izlenimlere göre Galaksi gemisi, ne metale benzemektedir ne de cama. İlk bakışta başka âlemlere, başka yasalara tâbi olduğu bellidir... İlk haberlere aldırmayıp, gelişmeleri; yönetenlerin yeni tezgahladıkları bir oyunun başlangıcı diye yorumlayanlar; akcamdan, ışıklı bulutu ve sunucuların telaşını görünce, sevinir ve şaşırırlar. Uzun bekleyiş başlar. Belli başlı kurumlar olağanüstü yeni durumu gözden geçirmek için toplanırlar. Gedikli açık oturumcular, kanaat önderleri, her inançtan falcılar, gizemciler, bunu zaten beklenen bir işaret olarak yorumlarlar. Dünyanın neşesi yerine gelmiştir adeta. Seyyar kameralar dünyanın çeşitli yerlerinden insanlarla yaptıkları söyleşileri yayınlarlar. İdare edilenler arasında her nasılsa fikirlerini geliştirmeye fırsat bulabilmiş bir filozof, gemiyi gördüğünde şöyle der: -Maddeyi bir perde gibi araladılar, süzülüp geldiler... Ölsem de gam yemem! Bu söz, geometrik bir diziyle yayılmasını sürdürerek, fısıltı gazetesine en büyük tirajını yaptırır. Benzer sözleri akcam söyleşilerinde dede, nine, kız, erkek, anne, baba sırasıyla söylerler: - Gördüm ya! Ölsem de gözlerim açık gitmeyecek! - Zalimlerin yüzünü korkuyla dolu gördüm. Kendilerini üstün görenler üstünlük nasıl olurmuş görsünler! - Herkes birbirine yardım ediyor, yaşlıların koluna giriliyor. Çocukların başı okşanıyor. İnsanlık bayramı bu! Mutluluk bulaşıcı imiş gerçekten de. Herkesi mutlu görünce ben de mutlu oldum. Mutlu pırıl pırıl rüyalar görüyorum. Uyandığımda rüyam devam ediyor üstelik. İlk defa asık suratlı yöneticilerden başka şeyler de görebilmenin sevinciyle yaşıyorum. -Denizin, ağaçların, çiçeklerin renkleri de daha bir parlak ve canlı… Dünya, masallarda, fantastik filmlerdeki sahnelerde, olduğu gibi rengarenk. Gökyüzü artık yeni başlangıçlara açık bir hayal perdesi. Dünyanın yaşadığı en büyük tarihi olaya, ünlü yorumcu Veziroğlu’nun yaptığı yorum yayınlanır: -Dünyalıların gidemediği uzak bir mesafeden geldiklerine göre daha gelişmiş ve üstünler. Uzaylılar insan beyninin sırlarını biliyor ve bilinçlere hükmediyor, telepatiyle iletişim kuruyor hatta yalnızca beyinlerin algıladığı bir dalga boyuyla yayın yapıyorlar. Öyle ki, iki gündür tek bir olumsuz düşünce gelişemiyor kafamda. Herkeste sonsuz, önlenemez bir sevinç dalgası var. Adeta insanların yüzlerce yıldır beklediği barış, umdukları adalet, uzaylılar yoluyla tecelli etti. Yöneticiler de süt dökmüş kediye dönerler. Gümüş başlıklı bir muhafız, başlığını çıkarır. Koltuğunun altına alır, mikrofona uzanır: -Sıradan insanlarda başlayan coşkun sevinç, bizi düşünceye sevk etti. Artık eski inançlarımızı yenilemenin zamanı geldi. Üstün ırk kuramına veda etmeli, kitaplardan bu iddiaları çıkartmalıyız. Dünya belki yine tek devlet olmalı fakat bu artık zorla değil, insanların gönüllü katılımıyla olmalı. Söyleşiler sürer. Müzik starları bütün uzayı kapsayacak konserlerin hayalini kurduklarını ifade ederler. Uygun eş bulmakta sıkıntı çeken hanım kızlar, tiplemelerinde değişiklik yaptıklarını belirtirler. Velhasıl uzaylıların dünyada bulundukları ilk iki gün her dünyalı bilinç sahibine yüzyıldan uzun gibi gelir. Bilinçlerde tüm devrimlerin etkisinin toplamından daha fazla değişiklik olur. Tarihin en büyük kutlamalarında sevinçten, heyecandan, mutluluktan ölenler olur. Yüksel’in evinde de mutlu gelişmelerin olması gecikmez: -Kapı çalınıyor baba. Baba oğul birbirine bakarlar. Göksel çekinerek kapıyı açar. Üzerinde kirli sarı şeritleri bulunan Mahkum üniforması ile Leyla içeri girer. Bir sevgi yumağı oluştururlar. - Anne! Nasıl kurtulup geldin? - Haberiniz yok mu? Uzaylılar kurtardılar. Daha doğrusu herkes kendiliğinden serbest kaldı. Kimse engel olmadı. Bilinçlere zihinlere hükmettiler. Kimse kimseye kötülük yapamıyor, öldüremiyor. Eve gelirken yüzlerce silahlı muhafızın arasından geçtim, bu kılıkla bile hiçbiri durdurmadı beni. Herkes her şeyi konuşuyor. Biz de her şeyi konuşabiliriz. Korkmak için bir neden kalmadı!
-VII- Dünya Başkanlık Sarayı’nda büyük bir telaş hüküm sürer. Tepedeki uzay gemisiyle ilgili bütün analizler sonuçsuz kalır. Gemiye keşif için gönderilen hava araçları adeta ışık tarafından emilirler. Yorumlar türlü türlüdür. Dünya başkanı, Uzaylılarla temas edecek en kuvvetli adayın kendisi olduğunu hissettikçe dizlerinin bağı çözülmekte kelimenin bütün anlamlarıyla kahrolmaktadır. Danışmanları harıl harıl çalışarak basın bildirisi, anlaşma protokolü hazırlamaktadırlar. Lâkin her defasında, bütün metinlerin birbirinden saçma cümle ve fikirler hâline dönüştüğünü dehşetle görürler. Başkanın kendi imzasıyla yayınlanacak bir basın bildirisi taslağında: “-Hepimize yetecek kadar büyük olan fezada, dostluklarımızın gelişmemesi için hiçbir neden yok... Dünya sizi sevgiyle bağrına bastı. Bu ziyaretiniz bizlere heyecan ve onur vermiştir. Karşılıklı iş birliği çevresinde sizin uygarlığınız teknoloji ve bilgi bizim uygarlığımız ham madde verebilir. Böylece birbirimize yararlı olabiliriz…” yazmaktadır. Başkan metni okuyunca kudurur. Uzaylıların teknolojileri göz kamaştırırken, dünyalıların dostluklarına, iş birliğine gerek duymayacakları apaçıktır. Başkan, hammadde karşılığı bilgi verecek bir uygarlığın var olmadığından emindir. Bu durumda uzaylılara ancak yalvarılabileceğini haykırır. Başkana göre; “Karşılıklı iş birliği” “Dostluk” “Sevgi” kavramlarının içi boştur, uzaylıların bunlara inanacaklarına dair neden de yoktur. Dünya sisteminin adaletsiz ve alçakça olduğunu gün gibi meydanda idi. Yeni yetişecek yönetici çocuklarının beyinlerini yıkamak kolaydı. Kim bilir hangi galaksiden gelmiş bu dehâlar armonisi dünyada kendilerine “Üstün Irk” diyen şarlatanlara gülüp geçerlerdi şüphesiz. Uzaylılar birkaç saniyede dünyada bütün olmuşu, bitmişi hesaplayacak donanıma sahip değillerse, nasıl gidilmesi matematiksel olarak imkansız görünen başka galaksilerden çıkıp geleceklerdi? Üstelik de Sahra Çölü’ne değil altın deposunun üstüne konmuşlardı. Başkanın ömrü boyunca diğer insanlara karşı hep gazap ve öfkeyle kızarmış yüzü ilk defa korku, suçluluk, çaresizlik ve dehşetle renk değiştirir. Acaba köle ırkların yaptığı bir büyünün sonucu muydu bu? Başkan hem haykırır hem de ciddi ciddi büyü araştırması yapılmasını ister. Dışarıda hiçbir muhafız yoktur. Adeta fareli köyün kavalcısının çaldığı melodinin farelere tesir etmesi gibi, uzaylıların bilinmeyen bir frekanstan yaptıkları yayın, insanları başkalaştırmıştır. Güvenlikten mahrum kalması başkanın endişelerini artırır.
15 DK ARA
-VIII- İnsanlar, yöneticilerin endişelerini görüp intikam gününün geldiğini sezerler. Yöneticiler, coşkulu insanlara, bir daha asla boyunduruk altına vuramayacaklarını anlayıp, canlarını kurtarmanın hesabını yapmaya başlarlar. Yönetenlerle sıradan insanlar arasında oluşmuş evrim geçirmiş kadar büyük fark, halkın geriletilmesiyle meydana getirilmiştir ve uzay boyutlarında bir ayıptır. Yönetilen köle halklardaki sevinç dalgalanmaları sürmektedir. Haberciler söyleşiler yaparlar. Eski çağların mutlu rüyaları gibi sahneler yaşanır. Dünya, masallarda, mitolojilerde fantastik filmlerdeki sahnelerde olduğu gibi rengarenktir. En sıradan insanından, en bilge profesörüne kadar herkes, hayali en geniş olanların birbirinden sıcak düşleri etrafında toplanır. Kimsesizler hatırlanır, parklarda uyuklayan ihtiyarların göz kapaklarında mutlu kıpırtılar görülür. Herkes birbirine bir şey ikram etmenin hazzını yeniden keşfeder. Sevgililer birbirlerini daha sımsıkı kucaklar. Tertemiz gençler en güzel elbiselerini giyerler. Herkesin gözünde gülücüklü bir çocuk merakı ışıldar.
-IX- Işık, artık çok iyi arkadaş olduğu Yüksel’e yanıt vermeye çabalar: - Boş sayılabilecek uzayın, çizgi hâlinde yırtılarak mutlak boşluğa dönüşmesi; uzay gemilerinin bir yıldız kümesinde gözden kaybolup diğerinde belirmesi, hayal gücü az olanların anlama gücünü zorlar. - İstanbul Boğazı’ndan uygun rüzgarı bulmuş bir yelkenli kotranın süzülerek geçip gitmesi gibi desene. Yıldızlar iki yakada dizilmiş evlerin ışıkları gibiydiler belki de... Hayal edebiliyorum. Suyun yüzeyindeki zarda batmadan yürüyen, yüzey yırtılınca ileri fırlayan böcekler gibi... Yüksel uzaylıların binlerce yıl yaşadığını öğrenince insanların durumuna çok üzülür: Işık; uzaylılara göre çok kısa ömürlü olan insanlara üzülen Yüksel’i kucaklar: - Bizim soyumuz da sizin gibi az yaşıyormuş eskiden, evrimlerle uzatmışlar. Mesela benim babam ilk gezisini sizin ölçünüzle iki bin yaşında yapmış tabii sizin gezegeniniz dünyada zamanın akış hızına göre. Benimle birlikte gelirsen üzülmene gerek kalmayacak. Senin de ömrün uzayacak. - Annemi, ailemi çok özlerim. - Özlediklerinle zihinsel iletişim kuracaksın. Bu konuda da çok geliştik. Sen şimdi uyu!. Yüksel, düşünde bir dere kenarındadır. Durgun suda batmayan yürüyen böcekleri inceler. Böcek, su yüzeyi bir fermuar gibi yırtılınca ortaya çıkan itme gücüyle roket gibi ilerler. Yüksel, ceviz yeşili bir aydınlıkta Köprülü Kanyon’un ışıklı sularında yüzer. Dünyanın güzelliğini ve en mutlu gezilerini yeniden yaşar.
-X- Küre biçiminde, iki kişilik, saydam taşıt, Başkan’ın penceresinde durur. Danışmanlar koşturur. Başkan’ın kaşları çatılır. Pencereye yanaşan araca yaklaşır. -Korktuklarım sırayla başıma geliyor. Gözlerimi kullanmadan da görüyor, olacakları biliyor gibiyim. Telepatik bir emirle gemiye davet edildim. Şu mükemmelliğe bakın. Bir uçan halı kadar zarif! Camdan yapılmış gibi... Enerji kılıfıyla çevrili olmalı. - Uzaylılar gönderdiler başkanım. Dünyayı siz temsil edeceksiniz. Gitmemek hakkını da kullanabilirsiniz. Bizden daha uygar canlıların karşısındayız nasıl olsa. Belki zor kullanmazlar. - Hazırım. Gitmem gerek. Bu kağıtlara da ihtiyacım yok. - Hiç olmazsa insan oğlunun gelişmeye ne kadar uygun olduğunu vurgulayan şu cümleler yanınızda bulunsun. Alınız başkanım. Dünyayı temsilen şu bir demet çiçeği de alınız. Başkan bir eline kağıt, diğerine çiçekleri gönülsüzce alır: - Bu notları gördükçe canım sıkılıyor. Başkan araca biner. Araç, havalanır. Dünya meydanlarında halk bu karşılaşmayı dev akcamlarda seyreder. Saydam araç ilerler. Gemiyi kaplayan ışıklı kılıfı yumuşacık geçer. Yaver, garip bir alamete birlikte bindiği başkanın kül rengi yüzüne tezat oluşturan kırmızı kulağına eğilir: - Bu tarihi anda ben de yanınızdayım. Her şey o kadar da kötü değil. Nasılsınız şimdi? - Heyecan, korku, bünyeme olumsuz tesir ediyor. Tansiyonum çıktı başım dönüyor. - Yeni bir atmosferin baskıları, basınç değişikliği. - Bu ışık da ne? Elbiselerim yılan kabuğu gibi üzerimden dökülüyor. - Buhar oluyor! Giysilerimiz buhar oluyor. Çiçekler ve kağıt başkanın elinden düşer. Başkan elleriyle kasıklarını kapatır. Parmaklarının ucundan çişi damlar.
-XI- Bütün dünyada olduğu gibi Yüksel’in evindeki ak camda aynı manzara vardır: - Bak anne! Ne kadar iğrenç görünüyor. - Evet! Düne kadar süslü bir ejderhaya benziyordu. Şimdi ne kadar pörsümüş ve zavallı gözüküyor. Sunucunun heyecanlı sesi nefes bile alınmayan odada yankılanır. - Yoruma gerek var mı, bilemiyorum. Uzaylılarla büyük karşılaşma böyle mi olmalıydı? Temsilcimiz böyle zavallı mı görünmeliydi? Böyle mi hazırlanmalıydık? Geminin içine girmiş olmalılar. Işık ve ses yoğunluğundaki değişmeler, iletişim cihazlarının ayarlandığını düşündürtüyor. Cafede insanlar televizyon seyrederler. Yorumcu titreyen bir sesle anlatır… - Aslında sese lüzum yok. Hepimiz ne olduğunu yalnız gözlerimizle değil bütün varlığımızla görüyoruz. Sanki insan beyinlerine yayın yapan özel bir frekans var. Bütün insanlar aynı anda her şeyi hissediyorlar. Biz yorumcuların yaptığı sadece ve sadece kelimelere daha iyi dökmekten ibaret olanları… Aslında görülenler, yalnızca gözlerle görülen şeylerden çok fazla…
-XII- Başkan cam fanusun içinde kör eden ışıklar altında gözlerini ovuşturur. Yaver, dirseğiyle başkana dokunur: - Başkanım, mutlak temizlik ve bol oksijen beni kendime getirdi. Oh! Siz nasılsınız? - Ne oldu bana? Kafamın içinde birileri geziniyor sanki. Kulaklarım çınlıyor, gözlerimde ışıklar var. - Beyin kıvrımlarımızdaki bütün aytıntıları, bilgisayarlarına geçmiş olmalılar. - Başkanım? Bakınız! Kobra yılanına benziyorlar. Korkmakta haklıymışsınız yüzlerinde alaycı, fışkıran bir deha ifadesi var. - Bakmaya cesaretim yok. Görünen, sadece o bakınca utanılası mükemmel yaratıklar. Tıpkı bir çocuğun hiç tanımadığı yabancılardan utanması gibi bir duygu kaplıyor içimi. Utanıyorum! Asla uzun süreli bakılamıyor onlara. - Ben de öyle kıskıvrak yakalanmış gibiyim başkanım. Bir kaniş köpeği gibi hissediyorum kendimi. Bir kuyruğum olsa sallayacağım. Bir kedinin oynadığı zavallı bir farenin küçük ruhunda çalkalanan emsalsiz korku fırtınalarının tarifini yapabilirim artık. - İlk insandan beri insan kaburgasında sızlayan haya duygusu buymuş demek! Fakat çok geç! Firavunlara rahmet okuttuk. İnsanları inim inim inlettik. Çiçekler çiçekler ne oldu? Onlar da eridi elbiselerim gibi. - Gövdelerinden koparılmış canlıların sevgi gösterilerinde kullanılmasına kızıyorlar. Geçici bir durum bu başkanım. Kendinize telkinde bulunun. İradenizi güçlendirin. Dualara sığınmayı deneyin başkanım. - Hiçbir dua aklıma gelmiyor. Hem bütün dualarımın hepsi de altın üzerine... Başkan başını eğdikçe kasıklarını görür. - Başınızı eğmeyin. Kendinize bakmayın. - Nasıl göründüğümü düşününce konuşacağım sözler de hafızamdan yitip gitti.
-XIII- Cafelerin birinde hipnotize olmuş gibi bakan insan yüzleri üzerine yorumcunun sesi döşenir: - Başkan saydam bir kafesteki kargaya benziyor. Ben de bütün insanlar gibi hudutsuz sevinçliyim. Uzaylılarda adalet de var. Hem adaletin olduğu her yerde ilahi adalet yok mudur? Allah, kötülük edenleri cezalandırmak için cehennemin harlamasını beklememiş uzaylıları vasıta yapmış olmalı... Leyla, Yüksel ve Göksel izlerler. Bu görüntülerin üzerine yorumcunun sesi düşer: - Uzaylıların elbiseleri tenleriyle aynı saydam dokudan yapılmış gibi. Başkanın etrafında “V” şeklinde gözleri olan dev yüzler var. İncecik vücutları gayet uzun. Hareketleri bir tüy kadar hafif, hızlı ve zarif. Her düşünce uzaylılara gidiyor, çözümlenip geri geliyor. Başkanın dehşete düşmüş yüzü üstüne kafa sesi düşer: - Uzaylı konuklar Dünya’daki büyük adaletsizlik konusunda ne düşünüyor acaba? Başkan dehşetle yaverine bakar: - Benim sesimdi! Aklımdan geçen düşünce ses olarak yankılanıyor. Beceremiyorum düşünmemeyi. - Uzaylı konuklar Dünya’daki büyük adaletsizlik konusunda ne düşünüyor acaba? Başkan, aynı anda gemi kaptanının mükemmel sesiyle irkilir: - Öz yerine teferruat, yalan ve ego... Bencilliğin, kendini büyük görmenin dik âlâsı. - İnsanüstüler! Beyinlerle iletişim kurabiliyorlar. Benim aklımdan geçenlerdi bunlar! - Beyinler arası iletişim yeteneği, yalanı, sinsi hesapları ortadan kaldırdığı için, pozitif düşünmek zorundalar. - Yalansız, entrikasız yaşam nasıl olabilir? Çağdaş insanlar günde ortalama kırk beş yalan söylerler. - Herkesin gerçek değeriyle hayata katılabildiği yalansız bir uygarlık yüz defa hızlı gelişir! Uzay gemisi kaptanının sesi tekrar duyulur: - Dünya başkanı robot, dağıttığın adaletten memnun musun? - Koku, ses, ışık dalgaları… Her şeyi analiz ediyorlar. Ölmek üzereyim. Gözlerimin önünden bütün hayatım, hatıralarım geçiyor. Ağzım kuruyor, dilim damağıma yapışıyor. - Bu ses insan sesi olabilir mi? Kanımı donduran bu ses nereden geliyor ? Daha sakin bir tonlamayla aynı ses duyulur: - Yakıt deponuzda yakıt miktarı ne kadar? Altın depolarınız! Hazinedeki bütün altınlar! - Hazinedeki bütün altınlar... Başkan hazine dairesinde altına tapındığı günleri hatırlar, mırıldanır: - “Ne saçma!” “Kimin aklına gelirdi” “Binlerce yıl sonra tam dünyanın hemen bütün altın rezervleri bir noktada toplanmışken uzaylıların çıkıp gelecekleri ve hazineyi yağmalamak isteyecekleri. Şeytan bile şaşırır bu soyguna! Işıklar korkunç kahkaha efektlerine bir süre eşlik eder. Başkan korka korka sorar: - Gülüyor musunuz? Götürecek misiniz altınları? Canımı alın daha iyi. Altını herkesten fazla severim. Kral Midas’tan bile fazla. Damarlarımda kan değil altın eriyiği akmasını isterim. Anladım. Herhalde benim altını çok sevdiğimi öğrendiniz şaka yapıyorsunuz fakat benim için bir işkence bu! Başkan öfke dolu boğuk bir sesle bağırır. - Biz bu altınları binlerce senede biriktirdik. Babalar evlatlarıyla, Milletler birbiriyle savaştı. Uzaylılar da olsanız yağmalatmayız yüz binlerce ton altını. Haksızlık, gasp, soygun bu! Biz karşılıklı iyi niyete dayanan, iş birliği, dostluk, kardeşlik, barışa dayalı bir ilişki kurmak istiyoruz. Götüremezsiniz! - Senden altınları götürmek için izin isteyen yok, onlar zaten bizim! Başkan çocuk gibi tepinir, hınçla bağırır: - Blöf yapıyorsunuz! Altınlar gidince ne tadı kalır ki dünyanın? Hem bana danışmazdınız. - Tepkilerini ölçüyoruz. Tekrar geldiğimizde depoları yine dolu bulmak için deneyler yapıyoruz üzerinde. - Depolar yeniden mi dolacak? İyi ama ne zaman? - On üç bin küsur yıl sonra. Elbette sizin gezegeninizin tur sayısına göre. - Bizi; düşkün, aciz, soyulmuş duruma düşüremezsiniz. Mal canın yongasıdır. Altın canımızdır. Başka madenler verebiliriz. Beyin kıvrımlarıyla iletişim kurmayı öğretin bize. Sinsi düşünceleri doğmadan söndürelim. - Binlerce yıl vaktiniz vardı. Sizlere altın biriktirmeyi telkin etmiştik ama buna uymayabilirdiniz. - İyi ama ya özgür bilincimiz? - Evet, tamamen hürsünüz... Ancak üç boyutlu evrende... Üç boyutlu evrende sınırladık sizleri... Başkan haykırır: - Bütün bunlar bir düş, olmalı. Ben hürüm! Dünyanın en soylu, en seçkin insanıyım. Bu zulmü yapamazsınız! - Madem hürsünüz de ne diye milyarlarca kardeşinizi yozlaştırmak için elinizden geleni yapıyorsunuz? - Ben ve halkım, diğer insanlardan üstün olan ırkımıza yapılan haksızlıkların intikamını alıyoruz.. - Allah’ın yarattığı gibi masum kalmadığınız bu sözlerden belli. Dedenin intikamı torundan alınır mı? Sizin birbirinize yaptığınızı biz neden yapmayalım? - Fakat geçmiş yüzyıllarda, uzak geçmişte onlar da bize yaptılar. - Karanlık ihtiraslarınızı perdelemek için uydurduğunuz mazeretler bunlar. Daha önce de gelip götürmüştük. - Anlaşma yapalım. Size altınlarımızı verelim. Siz bize teknoloji verin... Diplomatik ilişki kuralım. - Başkan, siz hiç ipek böcekleriyle diplomatik temas kurmaya veya arılardan bal alırken karşılığında ticari anlaşma yapmaya kalktınız mı? Siz veya daha önceki başkanlar?... - Bilseydik yaptırırdık. Pişmanız. Arıların havada helezonlar çizerek birbirleriyle anlaştıklarını biliyorduk, Bilginlerimiz bu ilişkileri bir türlü kurmadılar. Hem arılar bize göre çok ilkel canlılar. - Siz de bizim için ilkelsiniz. Arılar bal biriktirir, siz alırsınız. Siz altın biriktirirsiniz biz gelip alırız. - Facia bu? Fakat bu canlı türlerini nereden biliyorsunuz? - Biliyoruz, çünkü sizi 26 bin yıl önce programladık. - Nee, nasıl? Bizi Allah yaratmadı mı? - Allah bütün evreni yarattı. Bizi de sizi de ilkel formlar olarak yarattı. Siz birbirinize tuzaklar kurdunuz, aldattınız. Biz düşünce okuma devrimine geçtik. Yalansız, riyasız, egosuz bir dünya kurduk. Beyin kıvrımlarındaki binsi düşünceleri doğmadan söndürmeyi öğrendik. Siz de isteseniz böyle bir devrim yapabilirdiniz ama yapmadınız. - Sizleri insanlar ve melekler arasında ilahi varlıklar olarak kabul edebilir, kutsallar arasında sayar ve tapınabiliriz. Yeter ki altınları götürmeyin. Hiç olmazsa tarihi altınları götürmeyin! - İptal edilme vaktiniz geldi. Bu halinizle verimli olmanız imkansız… Fanus erimeye, silinmeye başlar…
-XIV- Yüksel bütün bu olanları yakın çevresiyle birlikte izler. İnsanlar merakla ne olacağını beklerken, uzay gemisinden ucunda eritici bulunan spiral bir kol, toprağın derinliklerindeki hazine dairesinin beton zeminini bir sabunu eritir gibi delerek altınlara uzanır, emmeye başlar. İnsanlar, yalansız, riyasız, gelişmelere açık, ırkçılık yapılmayacak bir dünya kurmak için erdemli insanların çevresinde toplanırlar. Işık, Yüksel’in balkonunda belirir: - Benimle geleceğine söz vermiştin Yüksel. Çabuk olmalısın. - Ya kalanlar? İyi insanlar. Onlar da zarar görecek mi? - Bilmem, ben de merak edip babama sordum. Bazı gezegenlerde hayat tamamen durduruluyor. Bazı gezegenlerde ise doğaya zarar veren canlıların yaşamasına izin vermiyoruz. - Yandık o zaman! Kıyamam dünyaya ve insanlara… Bu seferlik bağışlasanız olmaz mı? İyi insanların hatırına… Fakat nasıl ayıracaksınız iyi insanları kötülerden. Neye göre? - Duyguları gelişmiş iyi kalpli olanlar dağlara, kötüler ve zararlılar ise denizlere doğru harekete geçtiler bile. Yürüyerek, koşarak, araçlarla herkes kendi kaderine koşuyor. Çünkü biz öyle istiyoruz. Bu gezegenden ayrılırken uzun bir süre dünyanın etrafında döneceğiz. Okyanuslar kabaracak. Dev dalgalar oluşacak, denizler yer değiştirecek. Tufan olacak, sonra her şey sakinleşecek. - Anneme babama haber vermeliyim - Gerek yok! Göksel ve Leyla sırt çantaları ile görünürler: - Yüksel hadi çabuk ol! Ilgaz dağına tatile gidiyoruz. - Ben gelmiyorum! Eğer izin verirseniz Işık ile birlikte gidiyorum. Sarılırlar… Bir sevgi yumağı oluştururlar. - Canım oğlum! Allah’a emanet ol! - Yıldızlara baktığımızda seni düşüneceğiz. Leyla’nın gözünden süzülen yaşYüksel’in gözünden gözyaşı damlasına karışır.Işık göz yaşı damlasını parmağının ucuyla alır.Kendi gözüne yapıştırmaya çalışır. Işık, ayaklarının üzerinde havalanır. - Hadi çabuk olmalıyız. Göksel ve Leyla çıkarlar… Balkondan aşağıya bakarlar. Leyla ve Göksel sırt çantalarıyla uzaklaşırlar. - Merak ediyorum bir gün bizim de gezegenimizde yalana, iki yüzlülüğe gerek kalmayacak bir uygarlık kurulabilecek mi? İnsan soyu da yıldızlara yükselecek mi? - Bunu, biz dahil kimse bilemez. Hadi geç kalmayalım. - Benden başka insanlar da geliyor mu? Özleyeceğimi hissediyorum her şeyi… - Dörder çift canlı örneği götüreceğimizi biliyorum. - Neden birer çift değil? - Geçen sefer birer çift götürüldü ve mahzurları görüldü. - Ne zaman geçen sefer? - 13 bin yıl önce. - Gelecek nesillerinin yeni bir uygarlık kurmak için 13 bin yıl vakitleri var. Kimbilir. Birbirlerine bakarlar. Sarılırlar. Başlarını göğe çevirirler.
SON
ORHAN SEYFİ ŞİRİN
| |
|